Katılım Bankacılığı Ekosistemi Krizlere Hazırlıklı Mı?
Krizsiz bir ekonomi modeli kurgulamak, yani yapısında hiçbir şekilde kriz doğurabilecek unsur barındırmayan bir sistem tasarlamak oldukça iddialı bir yaklaşımdır.

.jpg)
Krizsiz bir ekonomi modeli kurgulamak, yani yapısında hiçbir şekilde kriz doğurabilecek unsur barındırmayan bir sistem tasarlamak oldukça iddialı bir yaklaşımdır. Yöneticilerin unutmaması gereken temel bir gerçek vardır: Hiçbir kurum, krizlere karşı tamamen bağışıklık sahibi değildir.
Bir şirkette çalışan herhangi bir kişinin ihmali ya da hatalı davranışı tüm şirketi ve ardından sektörü krize sürükleyebilir. Üstelik çoğu zaman krizlerin de, zenginliğin de temelinde kamuoyu algısı yer alır.
Ancak özellikle kapitalist ekonomi ve finans dünyası, çok daha sık krizler üretmekte ve bu krizlerin sonuçları oldukça yıkıcı olmaktadır. Ekonomik ve finansal krizler hayatımızın sürekli gündemindedir: Ya bir krizin içindeyiz, ya geçmiş krizleri konuşuyoruz ya da yaklaşmakta olan bir krizi bekliyoruz.
“Krizler bir denizin dalgaları gibidir; biri çekilirken diğeri yola çıkmıştır.”
2007 yılında başlayan kriz, 1929’daki Büyük Buhran’ı hatırlatacak kadar derin olmuş ve bazı değerlendirmelere göre onu aşmıştır. Bu nedenle ekonomi dünyası farklı arayışlara yönelmiş, bu süreçte İslami finansman modeli yeniden dünya gündemine oturmuştur.
Ekonomik krizlerin temelinde çoğu zaman üretimin, tüketimi karşılayamaması veya tüketim harcamalarında ani bir daralma yer alır. İnsanların üretim ve tüketim davranışları; beklentiler, söylentiler, sürü psikolojisi, gösteriş arzusu gibi nedenlerle değişebilir. Ani ya da olağanın dışında gerçekleşen bu değişimlerin en önemli nedenlerinden biri, kapitalist düşünce tarzıdır.
Güvensizlik ortamında insanlar daha güçlü olma hedefiyle hareket edebilir ya da ihtiyatlı davranmak adına harcamalarını aniden kısabilirler. Bu davranış biçimleri de ekonomik krizlerin fitilini ateşleyebilir.
Kapitalist sistem tüketimi teşvik eden bir modeldir ve sürdürülebilirliği de bu tüketimin devamına bağlıdır. Ancak kriz başladığında yalnızca bireyler değil, devletler bile harcamalarını kısar.
Kapitalist düzende servet edinmenin iki yolu vardır: İlki reel ekonomik faaliyetler, ikincisi ise parasal işlemler ve spekülatif hareketlerdir. Özellikle gelişmiş ekonomilerde "türev ürünler" adı verilen bu finansal işlemler, reel sektörün hacminden katbekat büyük tutarlara ulaşır. Bu noktada, kimin neyi aldığı ya da sattığı belirsizleşir. Ekonomik ortam istikrarlı olduğu sürece bu süreç işler; ancak küçük bir aksama belirtisi bile kağıt üzerinde yaratılan servetlerin bir anda yok olmasına neden olabilir.
Krizlerin ortaya çıkmasında yalnızca ekonomik modeller değil, insanların duygusal tepkileri de önemli rol oynar. Güven kaybı, gelecek endişesi, kaybetme korkusu, yanlış algılar gibi faktörler krizlerin tetikleyicisidir. Bu durumda, dünyadaki tüm ekonomiler kriz riski taşır. Çünkü tüm ekonomik sistemler insan davranışlarıyla şekillenir.
Bu nedenle, krizlerin temel nedenleri iki ana başlıkta toplanabilir:
- İnsanların etik ve sosyal sorumluluk düzeyi
- Ekonomide kullanılan araç ve yöntemler
Katılım bankalarının krizlere karşı daha dayanıklı olduğu ve krizleri önleyici ilke ve modellere sahip olduğu yönünde yaygın bir kanaat vardır. Bu kanaat büyük ölçüde doğrudur; ancak katılım bankacılığı krizleri tek başına önleyebilecek bir sistem değildir.
Faizsiz ekonomi ve katılım bankacılığı, krizlere karşı mutlak bir çözüm değil; daha adil üretim ve paylaşım, ölçülü rekabet, insani mülkiyet anlayışı ve sosyal refahın yaygınlaştırılması için bir araç olarak değerlendirilmelidir. Bu sistem, kendi zihniyet yapısıyla desteklenirse krizlerin sıklığı, derinliği ve tahribatı önemli ölçüde azalabilir.
Piyasa disiplinini sağlayacak olan unsur yalnızca ekonomik modeller değil; aynı zamanda etik sınırlar ve zihniyet dönüşümüdür. Bugünkü piyasalarda fiyat şişkinlikleri, arz patlamaları, gelir dağılımı bozuklukları, işsizlik gibi sorunlar iç içe yaşanırken; karmaşık modellerle oluşturulan derecelendirme sistemleri (rating), gerçeklikten kopuk değerlendirmelerle piyasaları yanıltmaktadır. Bu ortamda hacim ve beklentiler, kaliteyi gölgede bırakmaktadır.
Düzenleyici otoritelerin yetersiz kalması veya sessizliği de piyasaları kırılgan hale getirmektedir. Bu noktada katılım bankacılığından beklenen; daha ihtiyatlı, daha gerçekçi finansal mekanizmalar kurması ve beyan edilen değerlere sadık kalmasıdır.
Eğer katılım ekonomisi ve bankacılığı yalnızca faydacı bir anlayışla, şekilsel olarak ele alınırsa; felsefesinden koparılan bir modelin zamanla farklı bir mecraya kayması kaçınılmaz olur.
Katılım ekonomisi ve bankacılığı;
- Madde ile mana arasında denge kurmayı amaçlayan,
- Krizlerde dahi insani değerleri önceleyen,
- Yardımlaşma ve dayanışmayı temel alan,
- Ve insanı daha iyi bir insan yapmayı hedefleyen bir sistem olarak analiz edilmelidir.
Peki, bu önerinin gerçekleşmesi mümkün müdür?
İnsanlar; acımasız rekabet, adaletsizlik ve spekülatif eğilimlere açık oldukları kadar, farklı fikirlere, etik değerlere ve toplumsal dayanışmaya da açık olmalıdırlar.
Bu açıklık, olumlu bir başlangıç olabilir. Ancak sistemin işleyişine ve sorunlara dair açık bir şekilde, hakikat çerçevesinde ilerlenmediği sürece amaçlara ulaşmak mümkün olmayacaktır.
5.5. Katılım Bankacılığının Zayıf Yönleri Belli mi?
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da görüldüğü üzere, katılım bankacılığı çok eski ve köklü bir geçmişe sahiptir. Sistem, günümüzde yeniden yaygın bir şekilde gündeme gelmiş olup bu durum önemli bir şans ve fırsat olarak değerlendirilmelidir. Ancak sistemin önünde dikkatle ele alınması gereken bazı temel sorunlar bulunmaktadır:
- Küresel ölçekte ekonomi çevreleri katılım bankacılığına büyük ölçüde yabancıdır.
- Katılım bankalarının bilinirliği kadar önemli bir diğer sorun da bireylerin önyargılarıdır.
- Katılım bankacılığı, kamuoyuna sanki yeni ve belirsiz bir kavrammış gibi lanse edilmektedir.
Bu ve benzeri sorunlarla baş edebilmek ve sistemden beklenen faydaların sağlanabilmesi için zamana, kaynaklara ve emek yoğun çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Türkiye ve Dünya Genelindeki Katılım Bankalarına Yönelik Öneriler
1. Sistemin Felsefesini ve Bilinirliğini Yaygınlaştırmak
Katılım bankalarının karşılaştığı en temel sorunlardan biri bilinirlik eksikliğidir. Geniş kitleler yalnızca sistemin felsefesini değil, bu bankaların ne yaptığı, nasıl çalıştığı ve faaliyet alanlarının ne olduğu konusunda da yeterli bilgiye sahip değildir.
2. Yapı ve Karar Süreçlerinde Farklı Yöntemler Geliştirmek
Günümüzde katılım bankalarının örgütsel yapısı ve karar mekanizmaları büyük ölçüde konvansiyonel bankacılık sistemine benzemektedir. Bu durum, sistemin farklı uygulamalar geliştirmesini zorlaştırmaktadır.
Katılım bankacılığı, İslami ilke ve esaslara uygun bir şekilde yeniden yapılanmalı; bu bağlamda İslam Kalkınma Bankası benzeri kurumlar artırılmalı ve daha aktif, uygulamaya dönük hale getirilmelidir.
3. Kavram Kargaşasını Gidermek
Katılım bankaları, klasik bankalardan önemli ölçüde farklı ilkelere sahip olmasına rağmen; topladıkları fonlara “mevduat”, kullandırdıkları fonlara ise “kredi” gibi konvansiyonel terimleri kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, katılım bankacılığını konvansiyonel bankacılıkla aynı düzleme çekmektedir.
Benzer şekilde, “faiz oranınız nedir?” sorularına bazı temsilcilerin doğrudan cevap vermesi ya da “kâr payı” ayrımını yapmadan geçmeleri, sistemin özünden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu tür durumlarda sistemin işleyişinin mutlaka açıklanması gerekmektedir.
4. Yeni Ürün ve Organizasyonlara Odaklanmak
Katılım bankacılığı hem fon toplama hem de fon kullandırma açısından yenilikçi yöntemlere ihtiyaç duymaktadır. Bu kapsamda araştırmalara kaynak ayrılması ve nitelikli personel istihdamı büyük önem taşır.
Elde edilen kârlar yalnızca bilançolarda kalmamalı, bunlardan kalıcı değerler üretilmelidir. Örneğin:
- Yüksek yatırım gerektiren ve stratejik öneme sahip enerji, teknoloji ve makine üretim tesisleri katılım bankalarınca kurulabilir ve kamu otoritelerince denetlenebilir.
- Standart üretim alanlarında bayilik ve danışma merkezleri ile müşteri potansiyeli artırılabilir.
- Nitelikli eğitim kurumları açılarak, insanlığın yararına olacak bilimsel araştırmalar desteklenebilir.
- Teknolojik araştırmalar teşvik edilerek patent hakları kazanılabilir.
5. Rakamlara Ölçülü Yaklaşmak
Ticari kurumların temel amacı ayakta kalmak ve kâr etmektir. Ancak bazı durumlarda bu iki hedef birbiriyle çelişebilir. Kâr odaklılık, etik ve zihinsel değerlerin ihmaline neden olabilir.
Katılım bankacılığının temeli; toplumsal refahın paylaşımı, üretimin teşviki ve spekülasyondan uzak durmak gibi ilkelere dayanır. Sadece rakamlara odaklanmak, bu kurumların değer temelli yapısını zedeleyebilir. Rekabetin yıpratıcı hale gelmemesi için kıyaslamalar ölçülü yapılmalıdır.
Katılım bankacılığı, “kazancın bereketi çokluğunda değil, temizliğindedir” ilkesini benimseyen bir sistem olarak bu özelliğini korumalıdır.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’de katılım bankacılığı önemli bir aşama kaydetmiştir. Ancak sistemin daha güçlü ve sürdürülebilir hale gelmesi için bazı konulara daha fazla odaklanılması gerekmektedir. Bu sayede bireylere, ekonomiye ve topluma daha geniş çapta katkı sağlayacak bir yapı inşa edilebilir.
Ayrıca Türkiye, katılım bankacılığı alanında küresel bir liderlik rolü üstlenmeyi düşünmelidir. Bu süreçte kamu otoritelerinin de katılım bankalarının haklı taleplerine destek vermesi durumunda, bu kurumlar ülke ekonomisine çok daha büyük katkılar sağlayabilecek potansiyele sahiptir.